Ayıkla pirincin taşını
Yavuz Sultan Selim’in Yemen’i Osmanlı topraklarına katmasının ardından Yemen de isyan çıkmıştı. Büyük uğraşlar sonucunda Yemen Fatihi Sinan paşa 400 yıl sürecek bir barış ve sakinlik temin etmişti.
Anlatılanlara göre Sinan Paşa’nın ordusu bir gün çölde konaklarken,yemek hazırlıkları başlamıştı.Pirinci büyük bir bezin üstüne dökmüşlerdi ve birazda söylenerek taşları ayıklamaya başladılar. O sırada çıkan fırtına sayesinde kumlar pirinçlerin üzerinde toplamıştı. Yeniçeriler bu duruma şaşırıp kalmışlardı. Aralarından bir asker;
Biz taşlı diye nimeti beğenmiyorduk söylenerek ayıklıyorduk oysa bizim gibi günahkar kullara üç,beş taş az bile gelir. Hadi şimdi ayıklayalım pirincin taşını diyerek tüm askerlerin gülümsemesini sağlamıştı....
Gülü seven dikenine katlanır
Anlatılanlara göre bülbül, güle aşıktır. Bülbül bütün gece gülün gonca açacak anını bekler. Gonca açılacak ve bülbül de büyük bir aşkla izleyecektir. Ama ne yazık ki bülbül uykuya dalar ve goncanın açılışını göremez.Bu güzel fırsatı her zaman kaçırır ne yazık ki bülbül. Böylece Gül mevsimi geçer ve bülbül ötemez olur.
Gül mevsimi geri geldiğinde bülbül yeniden aşkla ötmeye başlar ve güle seslenir ona karşılık vermesini ister. Bülbül cevap bekledikçe bizim gül nazlanmaya devam eder. Bülbül o hüzünle ve güle duyduğu hayranlıkla ve ona olan hasretiyle gülün dalına konar ama dikeni fark etmez. Ne yazık ki diken bülbülün göğsüne batar.
Bülbülden akan kanlar gülün toprağına karışır ve yağmur suyu ile Gül fidanına geçer. O andan sonra bembeyaz açan Gül kıpkırmızı açmaya başlar...
İşte bu yüzden gülün kırmızısı bülbülün kanındandır denir... kimi ise bülbülün ölümüne sebep olan gülün üzüntüsünden kırmızı açtığını söyler...
Duyguca yorum:)
Aşk böyle bir duygudur işte, her şeyi göze almak gerekir. O yüzdendir ki gülü seven dikenine katlanır
Ne ekersen onu biçersin
Eşi evde tereyağı yapan yaşlı adam her gün o tereyağını yakınlarında bulunan bakkala götürüp satıyordu ve yaşlı çift böyle geçiniyordu. Bakkal her gün tereyağını tartmadan tezgaha koyarak satmaya başlıyordu. Bir gün kendi kendine ben neden hiç tartmıyorum bu tereyağını ya eksik geliyorsa diye düşündü ve tereyağını tarttı. 1 kilo değil de 900 gram olduğunu görünce çok sinirlendi.
Yaşlı adam elinde tereyağı ile ertesi sabah yeniden bakkala geldi. Ancak bakkal çok öfkeliydi ve yaşlı adama bir daha senden tereyağı almayacağım dedi. Yaşlı adam çok üzüldü ve
-‘Bakkal efendi bir yanlışımız mı oldu?’ diye sordu.
Bakkal da ‘senin bana getirdiğin tereyağını tarttım ve 900 gram olduğunu gördüm senin bu yaptığın ayıp değil mi?’
Yaşlı adam utangaç bir tavırla; ‘bizim terazimize koyacak ağırlığımız yoktur Bakkal efendi sizden bir kilo şeker almıştık onu ağırlık olarak kullanıyoruz’ dedi...
O an bakkal ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı ve yaşlı adamdan utanarak özür diledi...
İki dirhem bir çekirdek
Keçiboynuzunun Yunanca adı keration,İngilizcede carob,Arapçada kırrıt tır ve Keçiboynuzunun tohumu yıllarca elmas ölçmek için kullanılmıştır. Eski dönemlerde Elmaslar,keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış.
Bu nedenle keçiboynuzu,kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış.Keçiboynuzu Araplar,Selçuklular,Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır ve dört tanesi bir dirhem eder.Dirhem 3 gr. ağırlığa eş kabul edilir.
Satıcı, iki dirhemlik bir şey satarken (sekiz çekirdek) deyip,buda benim ikramım olsun derse,müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş.
İşte bundandır ki şık ve gösterişli giyinen kişilere ‘’iki dirhem bir çekirdek ‘’ denir.
Ölme eşeğim ölme
Bir kış, o kadar çok kar yapmıştı ki Aylarca insanlar dışarı çıkamamışlardı
Hazıra dağ dayanmaz hesabı, halkın yiyeceği de tükenmeye başlamıştı. insanlar artık rahat yemek yiyemez olmuştu.Kıtlık herkesi,her şeyi vurmuş ve çok etkilemişti.Hem insanlar hem de hayvanlar çok zorluk çekiyor ve zayıflıyorlardı.
Hoca’nın da emektar eşeği de kıtlıktan nasibini almıştı ve her geçen gün kötüleşiyordu.
Elinde avucunda bir şey kalmayan Hoca yine de bir umut eşeğin kulağına eğilip;
- Ölme eşeğim ölme, demiş, yonca bitecek. Sen de yersin ben de!
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş
Bir zamanlar Şenn adında çok zeki ve bilgili bir adam varmış.Bir gün kendisi gibi bilgili ve akıllı bir kız bulup evlenmek için atına atlayıp yola çıkmış.Yolda karşına bir adam çıkmış.Adam köyüne gidiyormuş,Şenn de beraber gidelim demiş ve birlikte yolculuk etmeye başlamışlar.
Şenn adama
-Ben mi seni yükleneyim, yoksa sen mi beni yüklenirsin diye sormuş
Adam da bu nasıl söz ikimizde atlıyken birbirimizi nasıl yükleniriz diye yanıt vermiş
Biraz ilerlemişler köye yaklaştıklarında, Şenn biçilmiş ekinleri görünce yine sormuş
-Bu ekinler yenmiş mi yenmemiş mi?” Adam bu kez iyice sinirlenmiş
-Be cahil adam;Ekini saplarıyla görüyorsun da yenip yenmediğini mi soruyorsun? diye yanıtlamış
Köye vardıklarında da bir cenazeye rastlamışlar...Şenn yine sormuş
-Bu tabutun içindeki ölü mü, yoksa diri mi?”
Adam öfkeyle
-Senin gibi tuhaf ve cahil bir adam görmedim diye söylenmiş
Adamcağız, sorularına tavırlarına bir anlam veremediği bu adamı o gün evinde konuk etmiş
Adamın evde Tabaka adında bir kızı varmış.Kız babasına konuğun kim olduğunu sorduğunda Adam onun sorduğu saçma soruları sıralamış ve tuhaf bir adam olduğunu söylemiş Fakat kızı
-Baba, o adam tuhaf değil demiş.Birinci sorusu;
Ben mi söze başlayayım sen mi?demektir.
İkincisi sorusu
Ekin sahipleri onun parasını yemişler mi acaba?
üçüncüsü de acaba bu ölü kendi adını yaşatacak evlat bırakmış mıdır demektir.
Bunları duyan adam Şenn’in yanına dönüp soruların yanıtını aktarmış .Şenn de bu sözler senin değil,sahibini açıklar mısın deyince, adam kendi kızı olduğunu söylemiş.
Şenn , işte ben böyle bir kız arıyordum evlenmek için demiş be kızıyla evlenmek istediğini söylemiş.
Anne babasının da rızasıyla Tabaka ile evlenen Şenn, kızı alıp ailesine götürmüş. Çevre halkı da bu evlilik karşısında, “Vafeka şenn tabaka”, yani “Kap kapağına uygun düştü” demişler. Çünkü “Şenn” su kabı, “Tabaka” ise kapak anlamındadır.Türkçe’mizde ise bu söz, “Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş” atasözüne dönüşmüştür.
Yanlış hesap Bağdat’tan döner
İstanbul kapalı çarşıya kervanlar gelir, tüccarların siparişleri kumaş,kürk,baharat neyse hepsi dağıtılırdı.Daha sonra da tüccarlardan paraları alınırdı.
Yine bir alış veriş sonrasında, tüccarın biri hesap yaparken dört işlem hileleri yaparak kervancıyı 400-500 altın içerde bırakır. Bu yanlışı Kervancı anlamaz Bağdat,Hicaz ve Mısıra seferine çıkar.
Tüccar şimdi bu adam Mısırdan altı,yedi ayda zor döner bende bu parayı işletirim diye planlar yapar.
Ama Kervancı yol uzun daha da zamanım var diye bütün hesapları tekrar inceler ve tüccarın yaptığı hileyi anlar.Kervan Bağdat’a girmek üzereyken,kervanı oğlu ve güvendiği bir kişiye emnet eder.İyi bir Arap atı alıp dört nala İstanbula dönmeye başlar.Yolda, bu adam bu parayı hemen öyle vermez diye düşünüp bir plan kurar.İstanbuldaki dostlarında plan için yardım ister.
Ertesi gün tüccarın dükkanına iki kadın gelir ve Tüccara;
-Sorup soruşturduk bu civarda en dürüst ,en güvenilir kişi sizmişsiniz.Biz Hicaza gideceğiz.Size bu iki çantayı size emanet etmek istiyoruz derler.
Kadınlar çantaları açıp tüccara gösterirler.Çantaların içi altın,pırlanta ve mücevherlerle doludur.
Kadınlar eğer dönemezsek bunlar size helali hoş olsun bize bir dua okutur,belki bir hayra yaptırırsın derler tüccar bunları duyunca sevinçten havalara uçar.Bu sırada kervancı içeri girer,Bunu gören tüccar ,daha kervancı lafa başlamadan ,hoşgeldin bizim hesapta bir yanlışlık olmuş paralarını ayırdım hatta çocuklara tenbihledim,eğer ölürsem kervancının parasının mutlaka verin diye der.Ben kul hakkı yemem kardeşim diye de ekler.Kervancıya hemen parasını öder
Bu sırada kadınlar
-Biz bu sene gitmekten vazgeçtik kısmet olursa seneye deyip dükkandan çıkarlar.Oyuna geldiğini anlayan tüccar ,kervancıının peşinden koşup ,
-Hani sen Mısır'a gidecektin yaktın beni der
O sırada atına binen kervancı,
-Yanlış hesap adamı Bağdattan döndürür der ve yoluna gider.